Yaşar Kemal Romanının İzini Sürmek
"Bir anlatıcı olarak Yaşar Kemal'i kavrayabilmek için öncelikle onun anlatı
coğrafyasına bakmak gerekir," diyor Feridun Andaç. Yaşar Kemal ağırlıklı olarak Çukurova’yı anlatır, anlatılan
elbette bire bir orası değildir, kendi imgeleminden süzülüp gelen doğanın
renkleri, dokusu, insan ruhunun derinlerine işleyen ritmi onun anlatısına özgüdür.
Buradaki mekan duygusu, duygunun biçimleyici ögesi olan doğa, bir roman
kahramanı olarak her söze siner, sözcüklerin satır aralarından fışkırır.
Elbette onu var eden mekan / doğa yazı dünyasının biçimleyici ögesidir, ona
yaratıcılığın büyüsünü armağan etmiştir ama gerçekte var olan Çukurova’nın
rengi, biçimi başkadır, herkes onu kendince farklı algılar. Yazar var olanı
dönüştürür, yeniden yaratır, kendine özgü yeni bir söyleyiş biçimi kurar. Belki
de onun doğa gerçeğine bakışının temel dayanağı buradadır. Yaratıcı bir
anlatıcının kurduğu evren insan-doğa gerçekliğinin dönemsel varoluşunu yansıtır.
Gerçekliği anlatıya dökme konusunda amacını şöyle tanımlar:
“Yeni
bir roman yazmak, yeni imgeler bulmak, yeni bir dünyaya açılmaktır benim için.
İnsanlar sıkıştıklarında ölümün acılarını yüreklerinde duyduklarında bir mit
dünyası yaratıp ona sığınırlar. Mitleri yaratmak, düş dünyaları kurmak,
dünyadaki büyük acılara karşı koymak sevgiye dostluğa güzelliğe belki de
ölümsüzlüğe ulaşmaktır.”
Doğayı,
insanı anlatırken onun amacı doğa ve insan gerçeğine ulaşmaktır. İnsan ruhunun derinliklerine
inerek insanın evrensel değerlerini, korkuyu, coşkuyu, sevinci ve daha değişik
duygularını anlamak ister, yaşamsal olanı insanın yaşadığı çatışmalar odağında
ele alır. Örneğin Ölmez Otu adlı romanındaki Memidik’in korkularını şöyle
betimler:
“Memidik
söğüt yaprağı bıçağını olanca hızıyla kınından çekti, bıçak ay ışığında bir
şimşek mavisinde balkıyarak havada geniş bir yay çizdi. Memidik’in bütün bedeni
avına atılmaya hazır kaya atmacaları örneği iliklerine kadar gerildi. Olduğu
yerde bir sıçradı, sonra gene gergin, gerilmiş bacakları titreyerek öyle
kalakaldı. Bedeni tepeden tırnağa ağır bir kurşun külçesine dönmüştü. Öyle
kıpırtısız.”
Doğanın,
insan ruhunun derinliklerini anlatırken okuru sonsuz bir dünyaya sürükleyen Usta
oluşturduğu atmosfer, anlatı evreni, karakterlerin dünyası, olaylar ve bunlar
için gerekli malzeme ve yaratım konusunda genel geçer olandan çok farklı bakışa
sahiptir:
“Her
insanın yaşamı roman değildir. Roman bir yaşamdır. Roman bir atmosferdir, yeni
yepyeni bir dünya kurmaktır, yeni bir roman dili yaratmaktır. Düş dünyası ile
birlikte gerçeklik dünyası kurmaktır, yaratmaktır roman.”
Anlatı
evreni, olay ve olay örgüsü, karakterler (ki doğa da anlatısında bir
karakterdir) ve içeriğe ilişkin diğer öğelerin yanı sıra roman dili de onun
için en öncelikli konulardan biridir, kalıcı olmanın gizini şöyle ifade eder:
“Bütün
zenginliği bize gösteren romandaki dildir. Bir romancı her romanını aynı
biçimde, aynı dilde yazıyorsa o roman roman olmaz, solar gider, kalıcı olamaz.
Kalıcı olacaksa dilini kendi yaratacaktır.”
“Roman
biçimini en etkileyici öge dildir. Dilin yapısı romanın yapısını etkiler,
kurar, biçimini geliştirir” diyerek dile özellikle vurgu yapar. Dil mekanla
uyumlu olmalıdır, karakterlerin duygularını hissettirmeli, ritmi, dokusu ile
bütünleşmelidir der: “Denizi betimleyen bir dil bir atın şahlanışı için
kullanılan dile benzemez. Dilin ritmi, uyumu, müziği doğaya olan başkaldırışı,
sevinç haykırışını, çığlığı vermeli. Doğanın ritmi değiştikçe yaşamın ritmi de
değişir. Duran bir ağacı anlatıyorsan dilinde duran bir dil olmalıdır. Gel de
gökyüzünü dalgalı bir deniz gibi anlat!” Örneğin;
“Kır
bir ata biniliydi. Başı sonu gözükmeyen düz bir ovada gidiyordu. Ova… ova
apaktı, ışık içindeydi. Pespembe, kocaman kocaman açmış çiçekler atın karnına
değiyor, gittikçe de uzuyordu. At pembe çiçekleri zorlukla yarıyordu. Işık da
batırıyor, şakırdıyordu. Karşı yüksek dağın tepesinden kopan su köpürerek,
gürüldeyerek dağın yamaçlarından uçup ovaya iniyor, pembe çiçeklerin içine
yitip gidiyordu. Birdenbire suyun gümbürtüsü durdu. At şaha kalktı, dağ
pespembe oldu. Pembe gölgeler ovanın üstünü örttü.
Akdeniz
mavide tütüyordu. Işıklar şırıldıyordu.
Yağmur
yağıyordu pespembe.
Şaha
kalkmış kır at kişniyordu, pembeye kesmiş. Pespembe olmuş dağ yürümeye başladı,
ışıkları köpürdeterek. Pembe bir sel köpürerek akıyordu dağdan aşağı.” (Fırat
Suyu Kan Akıyor Baksana, Bir Ada Hikayesi 1)
“Dilde
Karacaoğlan’ın etkisinde kaldım” der. “Bir dil bir dünya demektir. Bu dünyanın
temelleri çok sağlam olmalı ki üzerine kurulan dünya sağlam olabilsin.”
Tüm
diğer ögeler gibi genel anlamda biçimde de aynı amacı taşır: “Yeni bir biçimde
yaratılmış romanın getirdiği olanaklar bizi insan gerçeğine ulaştırır.”
Romanlarının
teması ağırlıklı olarak yöredeki ilişkilerden yola çıkarak insanın doğa ve
insan ilişkileri içindeki çelişkilerini anlatır. Feodalizmden kapitalizme geçiş
aşamasındaki sert mücadeleleri, haksızlığa başkaldırıyı anlatırken insanın
çürümüş yanı ile değişip dönüştüren yanını olaylar çerçevesinde ele alır.
Konacak
yer bulamaz olmuş Yörük obaları, Türkmenler, Çerkez işi savatlı gümüş eyer
kuşanmış Arap atında caka satan mağrur ağalar, yurdundan sürgün edilen biçare
Kürt ırgatlar, zalimlere baş eğmeyen eşkıyalar onun karakterleridir. Çizdiği
kişiler; yansıttığı sorunların, insan ve toplum gerçekliklerinin somutlaşan
özelliklerini taşıyan insanlardır. Korkuları düşleri, sevinçleri, kinleri,
acımasızlıkları ile anlatılan yörenin sosyo-ekonomik olgularını kişiliklerinde
barındıran kişilerdir.
Sözlü
anlatım geleneğinin ürünleri olan destanlar, halk hikayeleri, efsaneler,
masallar, türkülerden ve çağdaş roman tekniklerinden yararlanarak vardığı
bileşim, onun dilini ve anlatımını geliştiren kaynaklardır. Kurduğu imge ve mit
dünyası, benzetmeler, betimlemeler, doğanın bütün yönlerini anlatımı, kullandığı
dil, yerel sözcük ve deyimler; olayları ve kişileri anlatmada anlatımının
canlı, etkileyici yanını oluşturan öğeler sayılır.
Modern
romanla epik anlatımı bağdaştırır. Epik anlatımı yeğler. Şiirsel anlatımı,
olağanüstü düş gücü romanın önemli öğelerindendir. Anlatımdaki özgünlük düşle
gerçeği doğa ile insanı iç içe vermedeki başarısından kaynaklanır. Yarattığı
dünyanın dış görünümünü etkileyici biçimde yansıtması anlatımının en güçlü
yanıdır. Yerel dilin olanaklarından yararlanarak anlatımını zenginleştirici bir
dil evreni kurar.
Yorumlar
Yorum Gönder