Savaş ve Edebiyat
Pirtûk û Wêje: Edebiyat ve savaş
hakkında neler düşünüyorsunuz?
Savaşın yıkıcı etkisini, insanın kendine
yabancılaşmasını, çürümesini tanımlarken, “Önce ekmekler bozuldu, sonra her
şey” demişti Oktay Akbal. İkinci Dünya Savaşının yıkım günleri baştanbaşa
Avrupayı sarsıyordu o zamanlar. Henüz bu ülkeye fiilen ulaşmamıştı oysa. Olan
bitenler sınırların dışındaydı ama hazırlık yapıyoruz diyen egemenler için
müthiş fırsatlar sunuyordu elbette. Zaten yağma ve talanla sermaye biriktiren
güç ve iktidar sahipleri fırsatı ganimete çevirmekte gecikmediler. Geleneğe
uygun olarak sermaye el değiştirdi, varlık vergisi, karaborsa, doğrudan
tarımsal ürünlere el koyma ve daha başka yöntemlerle.
İkinci Dünya Savaşının üzerinden uzun
yıllar geçti. Bu ülkede her zaman bir ötekine ihtiyaç duyan iktidar ve sermaye
sahipleri bu isteklerinde pek sıkıntı çekmediler, ellerinin altında hep
birileri vardı: Sosyalisteler, Kürtler, Aleviler, en başta Ermeniler, Rumlar;
tek devlet, tek millet idealine engel olabilecek her türden ötekiler.
Tüm bu tarihi arka planın yanı sıra,
fiilen neredeyse kırk yıldır süren düşük yoğunluklu iç savaşın katlanarak
büyümesi, Irak, Suriye’yi de içine alarak genişlemesi vahametin boyutlarını
genişletiyor. Kürt hareketi ekseninde başkaldırının çapı büyüdükçe savaşın
şiddeti de boyutlanarak sürüyor. Sınır ötesi harekât, oradan buradan
devşirilen, Orta Çağ artığı, şeriatçı, başıbozuk, kiralık çetelerle düzenlenen
Suriye seferi, iç kamuoyunda barış, demokrasi isteyen herkesi boğmak için
kullanılıyor. Afrin’i ele geçirmekten öte, iç kamuoyunu hizaya sokmak, iktidar
partisinin metal yorgunluğunu atmak için harekat düzenlediklerini alenen
dillendiriyor iktidar sahipleri.
Böylesi bir ortamda sanatın, edebiyatın,
insanı özgürleştiren, daha güzel bir dünya için olanaklar sunan ortamı,
barbarların istilasına uğramış durumda, kan gölünün ortasından can çekişiyor,
boğuluyor. Binlerce yıllık kadim uygarlıklardan kalma eserler tahrip ediliyor,
Musul pazarında hayvan satar gibi köle olarak kadınlar satılıyor, neyse ki
birinci raundu kaybettiler, ama devamında dünyanın egemenleri ve bunların
eteklerinin dibindeki Türkiye egemenleri kapalı kapılar ardında yeni senaryolar
devreye soktular, bunlardan birisi de Afrin işgali.
Böylesi barbar bir çağda, faşizm çağında
zulme karşı sanatın, edebiyatın sıcak, insanı yücelten, özgürleştiren ortamına
sığınmak, belki de yaralı ruhlara bir nebze olsun deva olabilir, zulmün
karşısında daha dik durmayı sağlayabilir. Onlar da biliyor bunu, o yüzden
saldırıyorlar Palmira’da, orada burada heykeller yıkılıyor, tarihi Hasankeyf
sular altına alınmak isteniyor; daha işin başında yayınevlerinde el koyuyorlar
kitaplara. Hayır diyen sanatçılar, akademisyenler, gazeteciler kodesi boyluyor.
Bu ülkede savaş hep vardı, örtük ya da
açık vaziyette. Sokak infazları, darağaçları, faili belli cinayetleri, bitmek
bilmez boy boy katliamları ile muktedirler hep savaş halindeydiler zaten.
Çürüme arttıkça savaşın şiddeti artsa da, insanın içindeki iyiliği açığa
çıkaran edebiyatın, sanatın insanı özgürleştirici, sağaltıcı etkisi savaşa,
sömürgeciliğe, faşizme inat hep devam edecektir.
05. 04.2018
https://pirtukweje.wordpress.com/2018/04/05/ali-fuat-karaoez-sanat-ve-edebiyat/
Yorumlar
Yorum Gönder