Çolak Cahit ve Sivas Delikanlıları

Çok yakın zamanda kansere yenik düşen dost canlısı Hürol abimin anısına sevgilerle...




ÖNSÖZ

Yaşlı bir adam, ulu bir çınar geçmişi düşünürken ne hisseder? Hele bu insan feleğin çemberinden geçmişse ne der soranlara? İçindeki çocuğumu arar, yoksa ömrünün son demlerinde başka türlü bir hayatın özlemiyle eski günlerini, nerede yanlış yaptığını ya da çok güzel bir hayat yaşadığını mı sorgular?
Bu elbette derin, kimine göre yakıcı bir sorundur. Gönül rahatlığı ile, ‘Yaşadım erik ağaçları şahidimdir, yıldızlar şahidim’ diyen şair için bunun cevabı başka ise kahramanımız için daha değişiktir elbette. Sitemle karışık pişmanlık anlatan bir yaşamın özetidir sanki şu sözler: “Keşke Cahit Duman olarak kalsaydım, Çolak Cahit olmuşuz da ne olmuş, dipsiz ambar, boş külek!” Ardından savunma yapar gibi, “Ama bize kimse kalem uzatmadı, hep bıçak tutuşturdular elimize,” diye devam eden Çolak Cahit’in iç dünyasına yolculuğa davet ediyor yazar bizi...
Bu bağlamda onun iç dünyasını ele veren olaylar insanı karmaşık duygulara sürüklüyor, kahramanın ruhunun derinliklerine ayna tutuyor. Şu olay ne güzel anlatıyor her şeyi: Çolak Cahit hapishanede iken mahpus gazetecinin birini ağlarken bulur. “Ne ağlıyorsun, oğlum!” diye sorar gazeteciye. Derdini dinledikten sonra onu teselli eder, gerekli yardımları yapar. Gazeteci kısa süre sonra cezaevinden çıkınca “İyi kalpli bir dayı” başlığı ile Çolak Cahit’in samimiyetinden, insancıllığından, o insanın hiçbir cana kıyamayacağından bahseder. Bu haberi yıllarca saklayıp anlatan bir kabadayının içindeki iyi insana tanıklık etmek ne hoş…
Yazar, Çolak Cahit’ten yola çıkıp zaman içerisinde değişen kabadayılar dünyasına, bu alemin yazılı olmayan kurallarına ışık tutarken aynı zamanda Sivas’ın ve Türkiye’nin tarihine de projeksiyon tutuyor, şehrin yaşantısını gözler önüne seriyor. Yalın bir dille bir dönemin Sivas’ını anlatırken eski zamanların büyülü, zorlu atmosferine götürüyor insanı. Şu sözler öteden beri tarihin arka planında acılarla yoğrulmuş bir şehrin bir dönemine açılan kapı gibidir adeta:
“Eczane yerine geçen aynı çarşı içerisinde tek katlı, birbirine bitişik aktarlar, manavlar, kasaplar, bakkallar, kunduracılar, yemeniciler, çarıkçılar, bakırcılar, kalaycılar, tıktıkcılar, düvenciler, marangozlar, terziler, berberler, şıracılar, tuzcular, bezazlar, yüncülere ait çarşılarda küçük dükkânlar… Mundar ırmağın kenarında sakatatçılar, kelle fırınları, köylü pazarı, amele meydanı… Köşe başlarında destan satan yanık sesli türkücüler; amele kısmının karnını doyurduğu, sacların üstünde ciğer kebap ve tükürük köftelerden oluşan köfteci tezgâhları; kışın sabahın erken saatlerinde salepçiler, yanlarında yağlıcı Hüseyin’in yağlı tablası, pazar günleri askerin izin günü için camında “Askere Serbest” yazan küçük lokantalar, azda olsa manifaturacılar…
Uzun, titiz, yorucu bir araştırma sonucunda ulaşılması sıkıntılı böylesi bir dünyanın insanlarını, mekânları, akan zaman içerisinde gözler önüne serip, dönemin siyasi, kültürel iklimi ile neden sonuç ilişkisi kurarak ortaya çıkan insan tipini betimliyor, kayıp tarihin izine tanıklığa çağırıyor, ortak ediyor bizi yazar…  
Ellerine sağlık, çoğalması dileği ile…

Ali Fuat Karaöz
28.06.2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yaşar Kemal'in Sanat Anlayışı

Yaşar Kemal Romanının İzini Sürmek

Durakta Üç Kişi

Mustafa Kemal Atatürk

Son Gün

Yaşantının Gerçeğinden Yaratının Gerçeğine

İşkencecinin Resmi

NIKOLA TESLA

Cinayetleri Gördük