Savunmayı Savunmak
Senih (Özay) ağabeye…
Etraf
iyice karardı, sanki gecenin koynunda katman katman koyu bulutların ardından
zoraki sızan yıldızların ışığı da sönmüştü, ay zaten yoktu. Uzaklarda, çok
uzaklarda, ulaşılmaz derinliklerde güneşle son dansını mı yapıyordu?
Başını
zorla çevirdi karanlıktaki adam. Kim bilir kaç gündür kısılıp kalmıştı
oracıkta. Kafası kapaktan taraftaydı, başaltındaki yastığı ayakkabıdandı,
örtüsü ceketiydi. Günlerdir su yüzü görmemiş derisi, katran karası gömleğinin
içinde nefes alamıyor, üşüyor, kaşınıyordu. Eklemleri paslanmıştı adeta. İki
büklümdü. İster istemez cenin pozisyonu almasa oraya girmesine olanak yoktu.
Gözlerini
ayırdı, dikkatle bakıyordu, dünya ile ilişkisini sağlayan deliğe.
Karanlık
daha da arttı, artık hiç ışık sızmıyor, dingin bir sessizlik hüküm sürüyordu.
Görünmez bir el dayanmıştı, nohut kadar deliğin önüne.
Sonra
lütfetti görünür dünyayı, kalktı yukarı doğru.
O an
gürültüyle birlikte titreşim hissetti içerdeki adam. Metale çarpan metalin
sesiydi. Yankılandı bir yandan öbür yana defalarca. Uğuldadı, uğundu kapatamadığı
kulakları, yankılanan titreşim beyninin derinliklerini zorluyordu adeta. Ses
giderek azaldı, titreşimler sönümlenmişti ki delikten sızan ışık azalmaya
başladı yeniden. Tavanda asılı duran bir gözün etrafından giriyor, toz bulutu
arasından döne döne iniyordu aşağıdakinin gözüne doğru.
Adam
kıpırdanmaya çalıştı. İçi buruldu, lime lime olmuş etleri, kemikleri sızladı.
Açlık,
susuzluk, hareketsizlik…
Ya o
çığlıklar. Bazen teypten yayın yapılıyor gibiydi, yoksa katillerin çoğunun
dinlenmeye çekildiği gece yarıları mıydı o anlar?
Yukarıdaki
göz uzaklaştı, ışık çoğaldı yeniden. Uzakta, çok uzakta sınırsız ve duvarsız,
muhteşem bir yıldız demeti gibi göründü deliğin ötesindeki toz zerrecikleri.
Adam sevinse miydi?
Dışarıdaki
göz kıpraştı, sahibi mest olmuş gibiydi, bir tekme savurdu dolaba. Huşu içinde,
“Nasılsın
avukat bey!” dedi.
Yankılanan
sesler ve titreşimler arasında kulaklarını dikti. Yine ne yapmaya çalışıyorlar
diye düşündü. Günlerdir, etmediklerini bırakmadılar, ne kadar oldu gökyüzünü
son gördüğüm geceye. Bir daha görür müyüm?
“Umarım aklın başına gelmiştir avukat bey!”
Aşağılık katiller diye iç geçirdi avukat. Pür
dikkatti.
“Bir daha yaramazlık yapmaz, haddini bilir,
ortalığı bulandırmazsın! Sana ne lan, tek tip mavi elbise giymem diyen katiller
sürüsünden! Birde Askeri Danıştay’a götürecekmişsin, sevsinler senin aklını.
Aklından zorun mu var, salak mısın lan sen! Evli barklı adamsın, üstelik karın
da hamileymiş, başını belaya sokmasan, hani ne güzelde mesleğin var!”
Sesini çıkarmadı avukat. Ah benim sevgili
işkencecim, ne kadar da düşüncelisin, diye düşündü. Bu yüzden, işte tam da bu
yüzden sıkıyönetim bölgesi dışına sürgün etmek yerine gözaltına aldınız.
İdamlık müvekkilimle görüşmelerimden sonra… Başımızdaki askerler tüm
konuşmalarımızı pür dikkat dinliyor, ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini sürekli
hatırlatıyorlardı. Bakalım, el mi yaman, bey mi yaman! Danıştay’a da
götüreceğim, mütalaa da serdetmeye devam edeceğim, sonu yine hüsran olsa da. O
çocuklara yapmadığınız eziyeti, işkenceyi bırakmadınız, öldürdünüz kimilerini.
Yetmedi, bir elbise yüzünden bunca zulüm… Savunmayı savunmak adına benim de
payıma bu düştü. Her şeyin elbette bir sonu vardır.
Gözleri yaşarıyordu belli belirsiz.
“Niye ses çıkarmıyorsun? Yoksa yetmedi…
İstersen dolabın daha başka çeşitleri de var, hani bilirsin, sanayi tipi küçük
buzdolaplarını. Onların alttan yatay değil yemek tabağı delikleri. Mazgal
kapağı da yok. Üst kapağı açarız yemeğini vermek için. Sen bizi ne sandın,
vicdansız mı?”
Başka bir ses duydu avukat. Kahkaha atıyordu
yapmacık bir edayla. Mest olmuştu sanki.
“Ortak,” dedi, “o daha konforlu, ama bu halden
bilmez puşta iyilik yaramaz ki.”
“Haklısın ortak, hâlbuki o zaman onca yolu
günde bir kere yürümek zorunda da kalmaz tuvalet için. Yorulmasın diye altına
bir kapta verebiliriz ama anlamaz bu ibne! Kadir kıymet bilmez puşta ne
demeli…”
Sesler kesildi, ayak sesleri yavaş yavaş
uzaklaşmıştı ki, yeni sesler duyuldu bir süre sonra. Gidenlere benzemiyordu.
Yaklaştı, yaklaştı iyice.
Yine yankılanan metal sesi… Titreşimler…
Katran karası beyaz gömleğin üzerindeki kulaklarda uğultu…
Kıpraştı avukat. Dönmeye çalıştı. Kasıldı her
tarafı. Ne zamandır, soğuğu, sıcağı bilmeyen bacakları zaten iyice uyuşmuştu,
karıncalanıyordu.
Açıldı kapak.
“Çık!” dedi bir ses.
Kıpırdadı avukat, ayaklarından destek alarak
sürünmeye çalıştı, kafasını uzattı dışarı. Yardım etti çık diyen sesin sahibi.
Bu diğerlerine benzemiyordu. İyisi miydi onların?
“Haydi, gözün aydın, çıkıyorsun yirmi dokuz
gün sonra!
İnanmadı ayağa kalktığı zaman, silkelendi,
üstünü başını toparlamaya çalıştı. Uyuşuk bacakları ne zaman açılırdı?
“Sağ ol!” dedi, kuşkulu gözleri başka şeyler
söylerken.
Yorumlar
Yorum Gönder