Acı Ekmek


 (Bu öykü bu sayıda yayınlanmıştır.)

Sıvası çamurdan, duvarları çalıdan küçük evin önündelerdi, serin gölgeler veren iri dut ağacının altında, toprak zemine serili hasır üzerindeki yer sofrasının kenarında. Kimisi bağdaş kurmuş, kimisi topuğunun üzerine oturmuştu. Dirseğini dizine dayayan da vardı, ürkekçe bekliyorlardı analarının vereceği yemeği. İrili ufaklı dört çocuktu. En büyüğü on iki yaşındaydı, ikisi kız ikisi oğlandı. En büyük kız ortalıkta dolanıyor, anasının dediklerini yapıyor, arada bir usulca içeri girip uyuyan bebeği kontrol ediyordu.
Ana, ne zamandır, dört dönüyordu ortalıkta. En sonunda bulgur çorbasını pişirmiş, oturmuştu sofraya. Çocukların yanı başındaydı, sıcak tencereyi yana almıştı, kalaylı sahanları doldurmakla meşguldü. En küçük bebeği yeni uyutmuş, büyük kıza emanet etmişti öğlenin bu saatinde. Yüzü ne çok yorgun görünüyordu, her günkü gibi hiç durmamıştı sabah namazından beri. Bezgin bir haldeydi, çocuklarla uğraşacak hali yoktu, bir sürü iş sırada bekliyordu. İkinci sahanı sofraya bıraktı. Tencereden tarafa dönerken büyük oğlan elindeki ekmek parçasını yavaşça küçük oğlanın önüne koydu, kendi önüne bakınmaya başladı adeta bir suçlu gibi. Ekmeğini önüne çekti, bir parça kopardı, ağzına attı yavaştan. Son sahanı da sofraya koydu ana bir süre sonra. Gözlerini kıstı.
“Tüm yemek, ekmek bu kadar!” dedi hüzünle. Sesi yine çatallı çıktı. Epeydir hep böyleydi, mahzun, ezik. Kocası ortalıkta yoktu. Tarlada mı çalışıyordu Çukurova göğünde yalım saçan sarı sıcak ateşler fışkırırken? Ne zamandır, makiliklerden tarla açmakla meşguldü. Ailesine düşkün bir adamdı. Yirmi sene önce savaşa giderken gözü arkada kalsa da ottan ayakkabılarıyla günlerce yarı aç yarı tok yürümüştü Afyon’dan İzmir’e kadar yenik orduları kovalarken.
Çocuklar tahta kaşıkları sallamaya başladılar sahandaki yemeklere doğru. Küçük oğlan ekmeğe uzandı, aldı, usulca ağzına götürdü, ısırırken büyük oğlan ona bakıyor, içten içe gülüyordu. Çocuk tam çiğnemeye başlamıştı ki ağzı açıldı sonuna kadar. Ekmeği hızla elinden attı sofraya doğru. Sertçe düşen ekmek tekrar kalkar gibi oldu, olduğu yerde kaldı. Ağzındakileri panikle döndürdü çocuk. Derin derin ağzından nefes almaya çalıştı, sanki nefesi kesilmişti.
“Ana yaktı, ana yaktı!”
Yüksek sesle ağlamaya başladı, ellerini sallarken ağzını açtı, panikle dilini dudaklarına sürünce yanma daha da arttı. Dikelir gibi oldu, dilini dişleri ile sıyırmaya çalıştı. Gözlerinden yaşlar akıyordu sicim gibi.
“Çok acı ana!”
“Su iç oğlum, su iç!”
Büyük oğluna döndü, baktı gözlerinin derinine. Gözleri doldu kederle. Sinirlendi.
“Ne yaptın oğlum kardeşine!”
Ses çıkarmadı oğlan. Hınzırca bakıyor, gülüyordu. İki kız şaşkın şaşkın abilerine dikmişlerdi gözlerini. Hiç ses çıkarmıyorlardı.
“Bir şey yapmadım ana!”
Ana döndü, küçük oğlana bir daha su verdi. Başını okşadı yavaştan. Ekmeği eline aldı, evirdi, çevirdi, arasını açtı. O an hızla başını kaldırdı, hışımla büyük oğlana döndü, gözlerinden ateşler fışkırıyordu sanki. Zor tuttu kendini vurmamak için. Bu da çocuk diye iç geçirdi.
“Neden ektin acı biberi, neden?”
Oğlan ses çıkarmadı, ne diyeceğini bilemedi, anasının hışmından korkardı her zaman. Ne yaptığını bulamayacağını mı sanmıştı.
“Hem de abi olacaksın!”
Çocuk küçük kardeşine döndü, yutkundu.
“Tamam,” dedi, “ekmeğini bana ver, yemeği sen al!”
Küçük oğlan ağlamayı bırakmıştı, gözyaşlarını sildi minik elleriyle. Belli etmese de ananın içi yanıyordu, acı biberli ekmeği büyüğe, yemeği küçüğe verdi.
“Kavga etmeden güzel güzel yiyin hadi!”
Büyük çocuk muradına ermişti. Küçük oğlan sessizce yemeğe başladı.
Ana lokmasını usulca yuttu, oyalı başörtüsünün ucunu yanağına sıkıştırdı bir kez daha. Hüzünlü gözlerle bakındı çocuklarına. Henüz çocukken oyun çağında evlendirilmiş, sekiz çocuk doğurmuş, ikisine ölüm meleği el koymuştu. Kim bilir, belki daha da doğururdu, yaşı geçkin değildi henüz. Herkesin dilindeydi, çok rahat doğum yapardı, sadece ilkinde zorlanmıştı. Sonrakilerde ne zaman doğum sancıları sıklaşsa utanarak, kıvrana kıvrana, ezile büzüle elinde bir örtü ile evden uzaklaşır, bahçenin derinliklerine gider, bir ağacın altına yerleşirdi. Acılarıyla baş başa kalır, kendi kendine doğururdu ıkına sıkına. Mahalledeki kimi kadınlar ona imrenir, gelinlerinin, kızlarının tıpkı onun gibi doğurgan olması için türlü değişik adaklar adar, dualar ederlerdi. Doğum kontrolü nedir bilmezler, bezgin, yorgun halleriyle olan bitene kader der, katlanırlardı çaresizce. Ama bu yokluk yok mu? Hiçbir şeye benzemiyordu. Herkesin iyice belini bükmüştü. Ne zamandır, ekmek karneye bağlanmıştı. Askerlerimize daha çok lazım deniyor, tahıl stokları artıyordu daha beter günler için. Savaş dünyayı cehenneme çevirmişti, her şeyi yakıp yıkıyor, külünü havaya savuruyor, şehirleri kasıp kavuruyordu. Hitler’in orduları kapılara dayanmıştı Trakya’da, Ege’de. Ordular teyakkuz halindeydi. Herkes diken üzerindeydi, kahvehanelerde kulaklar radyolara dikiliyor, hop oturup hop kalkılıyor, ajanslardan berbat haberler alınıyordu.
Ana kaldırdı başını, zahire dolabına gözü takıldı, içi boş diye hayıflandı, tüm nefretini kusmak, haykırmak istedi, öfkesi beribenzer değildi.
“Çer alasıcalar, tüm mahsullere el koydular, çocuklara bile yiyecek bırakmadılar. Birde utanmadan vagon delinmiş, tüm buğdaylar yollarda yerlere dökülmüş diye laflar ediyor, çaldıklarına kılıf uyduruyorlar edepsizce. Hepsi o belediye başkanının marifeti. Adi hırsızların başı o. Kimi kime şikâyet edeceksin, gün bunların, hepsi ortak. Yedikleri, çalıp çırptıkları yedi sülalelerinin ağzından burnundan gelsin, sürüm sürüm sürünsünler, onmasınlar, iflah olmasınlar!”
Çocuklar yemeklerini bitirdiler, sofradan yarı aç yarı tok kalkıyorlardı ki bahçenin uzak köşesinde baba göründü. Elinde bir paket vardı. Ağır aksak haliyle ürkek adımlar atıyor, derin derin nefes alıyordu. Sofradan kalkanları görünce gözleri ışır gibi oldu. Gözlerinin derinindeki ışıltıyla çocuklarını süzdü. Hiç belli etmezdi sevgisini, yine öyle oldu. Çocuklar avludan uzaklaştılar, ötelerdeki ağaçların altına seğirttiler, oyun zamanıydı. Ana kocasına döndü.
“Aç mısın?” dedi.
Temmuz 2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yaşar Kemal'in Sanat Anlayışı

Çolak Cahit ve Sivas Delikanlıları

Yaşar Kemal Romanının İzini Sürmek

Durakta Üç Kişi

Mustafa Kemal Atatürk

Son Gün

Yaşantının Gerçeğinden Yaratının Gerçeğine

İşkencecinin Resmi

Cinayetleri Gördük

NIKOLA TESLA