Eli Sopalılar
"Hatice
sandviçe döndük, çok acil haber ver arkadaşlara…”
Gözlerini
ayırdı, yüzünü buruşturdu.
“Tamam,
kapatıyorum, abluka korkunç!”
Telefonu
kapattı, çantasına koydu yavaştan.
Döndü, gözlerini gözlerimin içine dayadı.
Yutkunduktan
sonra sırtına dokundum.
“İyi
yaptın Tuğrul.”
“Bu
halimizle çaresi yok buradan çıkışın...”
Sol
omzuma bir el dokundu o sırada. O yana döndüğümde ters taraftan yüzüme
bakıyordu gülerek.
“Ne
haber!” dedi Utku.
Ağzımı
açacak oldum ki saat kulesi tarafını gösteren Tuğrul ikimizi birden uyardı.
“Bakın
sopalara, kucaklar dolusu!”
“Ne
sopası,” dedim, “kalas demek daha doğru…”
Polis
barikatının önünde hızlı hareket eden sivil giyimli bir takım insanlar
kucaklarındaki kalaslarla sahil tarafına yürüyorlardı, etraflarında bir sürü
resmi polis vardı.
“Buradan
çıkış zor olacak!” diyen Utku gözlerini kıstı.
Bir
filmden dışarı fırlamış gibi bariyerlerin ardındaki kasklı, coplu, gaz
tabancalı robocoplar heykel gibi durmuşlar bizi izliyorlardı. Sürü
halindeydiler, en önde bir TOMA vardı tam siper. Polislerin bazıları mekanik
hareketler yapan, adeta robot gibi ruhsuz çizgi film kahramanlarını andırıyorlardı.
“Deniz
tarafını siviller tutuyor,” derken Tuğrul iyice olan bitenlere odaklandı.
Bu
sırada bizim grupta tansiyon yükseliyor, atılan sloganlar daha gür çıkıyordu.
Müzisyenler Derneğinin Sokak Orkestrası davul ve trampetlere daha hızlı vurmaya
başladı, saksafonun sesi iyice yükseldi, kitlede dalgalanma oldu.
“Her
yer Taksim, her yer direniş!”
Kızılderililerin
savaş tam tamları gibi yükseliyordu sanki sesler. Trampetin hızı ve şiddeti
arttıkça heyecanda artıyor, insanlar yerinde duramıyordu.
Kitle içinde dolaşmaya başladım, yürüdüm
geriye doğru. Grubun hemen yanında, kenarda bankta oturan iki kişiye gözüm
takıldı, yüzlerine aşina değildim, umarsızca oturdum yanlarına.
“Enerjiye
ihtiyacım olacak, idareli kullanmalıyım,” dedim gülerek.
Güldüler.
Günlerin
yorgunluğu vardı üzerimde. Bacaklarım kasılıyordu. Ortalıkta dikilmekten,
yolları arşınlamaktan ne hale gelmiştim öyle. Konak, Alsancak, Gündoğdu…
Yanımda
oturan adam yüzünde asılı kalan silik bir gülüşten sonra mırıldandı.
“Bu
gençlerin kim bilir kaçının babası polistir.”
“Tabi,”
dedim, “bir kısmınınki de askerdir. Benim de amcamın oğlu emniyet amiri.”
O an
gözleri parladı.
“Hangi
kısımda?”
“Burada
değil Adana’da.”
Sustu
bir an. Herhangi bir vatandaş edasıyla hemen önde bağıran, bayrak sallayan
insanları izlemeye koyuldu umarsız havalarda.
İçim
içimi yiyordu, ne olacaktı bu işin sonu.
Eski
balık hali tarafındaki üstgeçit yanında yeni bir grup belirdi, ellerindeki
kızıl bayrakları sallıyor, var güçleri ile hınçla haykırıyorlardı.
“Yaşasın
Devrimci Dayanışma!”
Duramadı
yanımdaki orta yaşlı adam. Dirseği ile dürttü beni. Gözlerinden ateş
fışkırıyordu sanki.
“Şunlara
bak!”
“Evet
ya, hepsini …”
Güldü.
Bankta
oturan daha yaşlıca, kır saçlı diğer adam hiç tepki vermiyor, arada beni
süzüyordu dikkatlice. Bir süre sessizce oturduktan sonra kalktım.
“Size
kolay gelsin!”
Ses
etmeden ardımdan baktılar.
Kitleye
karıştığım sırada müzik daha da hızlandı,
davul ve trampetler ortalığı inletiyor, sloganlar daha gür çıkıyordu.
Saksafona üfüren müzisyenin yanakları al al olmuş, avurtları iyice şişmişti.
Bu
caddeyi Kordon’a bağlayan üstgeçit önündeki resmi polisler sabırsızlanmaya
başladı, hızla hareketlendiler. Her iki yanlarındaki sivillerin sayısı iyiden
iyiye artmış, resmi polislerden daha çok olmuşlardı, bir kısmının elinde kalın
sopalar vardı. Köprü üzerinde olan biteni izleyen bir sürü orta yaşlı erkek
duruyor, asık suratlarıyla bize bakıyorlardı uzaktan uzağa.
Sıradan
insan o kargaşada ürküp uzaklaşmaz mı, diye düşünürken Tuğrul’u gördüm.
Sessizce bakıştık, tedirgindi.
Gözlerinin ışığı umut veriyordu.
Bir
ara kenara çekilmeyi bile geçirmiştim içimden. Ama bu gözler… Kaçmak mı, gülerim.
Yol
kenarındaki masaların çoğunda insanlar oturmuş, hiçbir şey yokmuş gibi sohbet
ediyor, bazıları yemek yiyordu.
Kitlenin
nabzı daha da hızlı atmaya başladı. Polislerin hareketlenmesinden sonra gençler
ağız ve burunlarını sıkı sıkı bağladı bezlerle. Bazıları sadece gözleri açıkta
kalacak şekilde poşularını doladı başlarına. Her renkten parti bayraklarını,
renkli pankartları sallıyor, yerlerinde duramıyorlardı. Bazıları polislere
parmak işareti yapmaya başladığı sırada yaşlılar onları sakinleştirdi.
O an
usulca kulağıma eğildi Utku,
“Saldırı
olursa Kemeraltı girişindeki çınar ağacının altında buluşuyoruz,” dedi.
El kol
hareketi yaparken arkadan Aydın geldi. Belli etmemeye çalıştığı tedirgin
gözlerini kırpıştırdı.
“Saldırıdan
sonra parti binasında buluşuyoruz.”
“Tamam,”
dedim.
O bile
tedirgindi, altmışına merdiven dayayan bu arkadaşı bile böyle görünce
hayıflandım.
“Ben
ki, bu yaşıma kadar neler gördüm neler… Gençliğimde yolum nerelerden geçti ama
böyle abluka görmedim, bir yaşıma daha girdim.”
Tam
tam sesleri aralıksız ortalığı inletiyor, zıplayan, bayrak sallayan insanlar
slogan sıralıyordu.
“Yaşasın
Halkların Kardeşliği!”
“Böyle
olmaz,” dedi bir kadın arkadaş, “gençlerin ne yapacağı belli olmaz. Görüşelim.”
Aydın
atıldı.
“Ortak
karar alındı, polis şefleri ile görüşeceğiz!”
Sevindim.
Yaşlılardan
üç kişi gruptan ayrıldı. Saat kulesine doğru ilerleyip polislerin yanında
kayboldu barış elçileri.
O an
her iki taraftaki polis grupları yerlerinde duramıyor, her an saldırıya hazır
pür dikkat ortada kıstırdıklarını gözlüyorlardı.
Sokak
orkestrası Polyushka’yı çalmaya başladı, tempo biraz düşer gibi oldu. Davulcu
yürüdü, kitlenin ortasına geçti müzik grubu.
Tuğrul
koluma girdi, Utku etrafı süzüyordu.
Elçiler
ortalıkta görünmüyordu, görüşmeler devam mı ediyordu? Polislerdeki huzursuzluk
azaldı, ama kitle de değişiklik yoktu. Tam tam sesleri hala ortalığı inletiyor,
sloganlar ardı ardına sıralanıyordu.
Bir
süre sonra megafondan birisi,
“Arkadaşlar,”
dedi, “şimdi basın açıklamamızı yapıyor, daha sonra taşkınlık yapmadan
şarkılarımız, marşlarımız, halaylarımızla bu güzel etkinliğimize devam ediyor,
yarım saat sonra olaysız dağılıyoruz.”
Herkeste
bir gevşeme oldu o an. Yüzler güldü. Polisler zaten rahatlamıştı.
“Ne
yapalım Tuğrul,” dedim.
“Bekleyelim.”
Epeyce
bir süre geçtiğinde insanlar yavaştan dağılmaya başladığı zaman Utku da gitti.
“Gündoğdu’ya
gidelim mi?” diyen Tuğrul etrafı süzdü.
Kararsız
kaldım.
“Eve
gitmek aklımdan geçiyordu.”
“İyi o
zaman, bugünlük yeter!”
Tuğrul
Kordon tarafına yürümeye başladığı zaman ben Saat kulesi tarafına yöneldim. O
taraftaki polis grubu yeni dağılıyor, yeni gelen sivillere gülücükler
atıyorlardı.
Belediye
binasının önüne geldiğimde dehşete kapıldım. Nereden çıkmışlardı öyle.
Kalabalıktaki tipler inanılır gibi değildi. Birçoğu normal vatandaş
görünümündeydi. Kimileri uzun sakallı, dini bütün bir izlenim veriyordu. Kimisi
tespihliydi. Geldikçe arkadan gelenler oldu, ne çoklardı. Öyle ki, gösteri
sırasında toplanan resmi polislerin neredeyse üç katına yakın insan vardı.
Hallerini
görünce adeta kanım dondu, tüylerim diken diken oldu.
Ya
akıllı davranmayıp bunlara saldırı zemini yaratsaydık. Kişi başına en az dört
beş tane eli kalaslı saldırgan düşerdi herhalde. Hem de resmi polislerin
gazından copundan kurtuldum denildiği anda güpegündüz ara sokaklara pusu kurmuş
sivillerin eline düşmek, ucu çivili kalaslarla… Bizim görmediğimiz zulalarda
kim bilir neler vardı.
Toparlanmaya
çalıştım, bir de basın açıklamasını okuyan arkadaşa sitem etmiştim, bitti mi,
şimdi ne yapıyoruz diye.
Gülen
gözleriyle sakince cevap vermişti:
“Çatışmaya
girmek sivil itaatsizliğin alanı değil, biz barışçıl gösterimizi yapıp
şarkılarımızı söyledik, böyle durumlarda geri çekilmek en iyisi. Polis şefleri
ile gösteri boyunca görüşmeler yapıldı, bize saldırırsanız siz zararlı
çıkarsınız bizim kafamız gözümüz yarılsa bile, dedi arkadaşlar. Dün gece
olanlar…”
İçim
içimi yiyordu. Tuğrul’u defalarca aradım, telefonu hep meşguldeydi, yoksa
kapsama alanı dışındaki Gündoğdu tarafına mı gitti?
Duramadım,
geri döndüm, o tarafta barikatların ardında neler oluyordu? Geceleri eli sopalı
bir takım sivillerin dehşet saçtığı caddelerde yürüdüm akşamüstü. Kordon’da
imbat rüzgârları eserken güneş turuncu bir alev topu gibi uzak dağların ardına
saklanıyor, sokaklar gecenin muhteşem güzelliğine hazırlanıyordu.
Eli
sopalılar karanlık bodrumlarda, otoparkların kuytu köşelerinde neler yapıyordu
o saatlerde?
Haziran 2013
Yorumlar
Yorum Gönder