Frida Kahlo
Ölümünden sonra popüler kültür ikonuna dönüştürülen aşkın ve devrimin kadını, Meksikalı ressam Frida’nın acılarla örülmüş yaşamı bitmeyen bir direncin, yenilmeyen bir iradenin öyküsüdür.
Frida doğum gününü yıldızlara, kurnazlıklara, kurbanlara ve törenlere bağlayanların soyundan geldiğini söyler. Doğum gününü değiştirdiğini, hangi gün olduğunu söylerken adeta coşkun akan bir nehir gibi haykırır:
“Ben bir devrimle doğdum. Duyduk duymadık demeyin. Gün ışığını görünceye dek isyanın coşkusuyla dolup böyle bir ateşin ortasında doğdum ben. Gün kavurucuydu ve o gün tüm yaşamım boyunca beni sarıp sarmaladı. Çocukken bir kıvılcım gibi çıtırdadım. Büyüyünce tepeden tırnağa alev kesildim. Ben bir devrimin kızıyım, buna hiç şüphe yok, bir de atalarımın taptığı ihtiyar ateş tanrısının. […] 1910’da doğdum. Mevsim yazdı. Kısa zaman sonra büyük isyancı Emiliano Zapata, Güney’i ayaklandıracaktı. Evet, ben bu şansa sahip oldum işte: Benim tarihim 1910’dur.” [Sayfa 26]
“İlk aşk kedi gibi sessizce yanaştı, gelişini ne gördüm, ne de duydum. Aşk yavaş yavaş içime yayıldı; okunu bilincime saplamadan önce, aşkın varlığının farkına varmamdan, bu varlığı olduğu gibi çerçeveleyip kendime itiraf etmemden önce bir süre içimde öyle kaldı, en iyi dostumdu. […] Ondan başka hiçbir şey düşünemez oldum. Gündelik küçük kaygılarımdan her kurtuluşunda aklım hep ona gidiyordu.” [Sayfa 67]
Yorumlar
Yorum Gönder