ALİ (BAŞPINAR) AĞABEYİN ARDINDAN
O eski tabelayı son anda fark etmiştik, halbuki kaç kişiye sormuştuk yol bulmak için. Ana yoldan sapıp, sanki yirmi beş yıl öncesinde donup kalmış, terk edilmiş gibi duran o toprak yola girdiğimizde nasılda hüzünlenmiştik hep beraber. Birden başka bir dünyaya mı geçmiştik, bize mi öyle gelmişti, bir mekan ancak bu kadar anlatırdı başından geçenleri; sanki her şeyin üzerine sinmişti, onca yaşanmışlık, zulüm günlerindeki onca eziyet. Belki de o yüzdendi saflığı, direngenliği, temiz kalmışlığı oraların. O yoldan geçip denizin kıyısına ulaştığımız zaman her şeyin ilmik ilmik yeniden örülmekte olduğunu görünce biraz olsun toparlanmış, nefes almış, buruk bir sevinçle eski dostların arasına karışmıştık.
İşte
orada, son defa Gönen’de, DİSK’in Kemal Türkler tesislerinde görmüştüm
seni. Ya da daha önce görmüş müydüm? Orada sessiz, sakin oturuyor, henüz
gelmekte olanlara bakıyordun, yanındakilerle birlikte. Tanıdık gibiydi yüzün.
Yoksa kim olduğunu bilmeden eski zamanlarda, öğrencilik günlerimde aynı
ortamlarda bulunmuş muyduk, orada, burada? Hafızam beni yanıltmıyorsa hiç
sanmam. Çökmüş elmacık kemiğine, o iflah olmaz hastalığına rağmen yüzündeki
tebessüm öyle sıcak, öyle huzurluydu ki. Hani nasıl söylenir; ‘iç dünyası
insanın yüzüne yansır ya da yüz, insanın içini ele verir’ derler ya, belki de o
yüzdendi, onca yaşanmışlığa, onca acıya rağmen etrafa yaydığın yaşam enerjisi. Yavaştan
başımızı sallayıp selam verdikten sonra yürümeye devam ederken arkadaş fısıldamıştı,
tanıdın mı diye. Daha sonra doğru dürüst yüzüne bakamamıştım bile, nasıl
söylesem tuhaf, karmaşık bir duyguydu.
Yaşlandıkça zaman daha mı hızlı akıyor, yoksa bana mı öyle geliyor; ne çabuk geçti zaman…
Sisler
içindeki tozlu anıların peşine takılsam, beynimin uzak kıvrımlarında arkeolojik
kazı yapsam, aysız gecelerde karanlıklar içinde parıldayan uzak yıldızlara el
sallasam, gülümsesem, ormanda kaybolmuşlar gibi kutup yıldızından yol bulmaya çalışsam,
geçsem uzun yılların, yolların arasından, varsam, gitsem ışıltılı, umutlu,
coşkulu yüreklerin hep bir ağızdan türküler söylediği o meydana. Geldin mi, hoş
geldin, sefalar getirdin desen, eğilsem kulağına fısıldasam, öpsem alnından.
Alaca karanlık kuşağına, zorbalara, haramilere inat haykırsam dostluğu, dayanışmayı…
Ak bir güvercin havalansa, çırpsa kanatlarını Akdeniz’e doğru. Dörtnala koşan, yeleleri köpüklü rüzgar kanatlı atlıların diyarına uğrasa, gülümseyerek el sallayan delişmen, asi yiğitlerden selam getirse, eski zamanlardan, toprağa düşenlerden. Sonra dönse, karanfil kokulu caddelerden geçse, Yıldırım Beyazıt’tan, Kızılay’dan, uçsa Beşevler köprüsü üzerinden, Konya yolundan. Dile gelse o yol, o köprü; vefalı dostları, eski zamanları anlatsa...
Ah, ne olurdu, ne olurdu!
Seni
sevgiyle anıyoruz.
Not: Bu metinde anlatılanlar 2007 yılından esintilerdir.
Yorumlar
Yorum Gönder