Randevu
(Bu öykü bu sayıda yayınlanmıştır.)
Genç
adam sakin adımlarla kaldırımda yürüyordu umarsız havalarda. Az kalmıştı
varacağı yere. Caddede ilerleyen araçları, yol boyundaki insanları alıcı
gözlerle incelerken aklından neler geçiyordu? Ne zamandır böyleydi?
Gülünce
içi gülen kara gözleri, dost canlısı, sevimli yüzü dar zamanlarda dostlarına
hep güven verirdi. Atletik yapısıyla pire gibi atak; kıvrak zekası, coşku dolu
yüreğiyle kıpır kıpırdı, gözünü budaktan esirgemez, sevdiğini çok sever,
nefreti dünyayı dar ederdi. Sezgilerine güvenir, işlerini şansa bırakmazdı,
feleğin çemberinden geçmiş, ne badireler atlatmıştı. İnatçıydı da; hem de en
belirgin özelliğiydi bu.
Yavaşladı,
yandaki vitrine doğru yöneldi, durdu önünde. İçindekilere şöyle bir baktı,
geriye döndü, öteki vitrine bakar gibi göz attı, kaldırımdakileri inceledi belli
belirsiz. Ötelere, İtfaiye meydanının oralara doğru kalabalık azalıyordu. Herkes
kendi halinde gibiydi, anormal bir durum yoktu sanki. Tekrar vitrine döndü.
Elini cebine soktu, başını kaldırdı güzel değil der gibi. Mağaza girişinde
omzunu vitrine dayamış halde tezgahtar duruyordu, bir şeyler diyecek oldu,
vazgeçti sonra. Genç adam önüne döndü, yürüdü meydana doğru.
Umarım
aksilik çıkmaz, diye düşünüyordu. Meydana varmadan önce ilk aradan girer,
Sanayi Caddesine geçerim. Köşedeki pastanede bekleyecekti. Randevuya zamansız
gitmek olmaz. Bazıları sapır sapır dökülse de bağlantılarda bir sorun yok! Ne
iyi yaptım kılıktan kılığa girmekle. Beş değişik adım vardı, her yerde başka
başka. Bazen karıştırıyordum, nerede hangi adı kullandığımı. Bu zamanda başka
türlü olması olası değil, hata yapma şansımız yok! Gemileri yaktık, geriye dönüş
olanaksız!
Adımlarını
rahat tavırlarla atmaya devam ediyor, ileriyi gözlüyordu keskin gözleriyle.
Kalabalıkta herhangi biriydi bakan gözlere. Kaldırımdaki kalabalık artıyordu
gittikçe. Meydana yaklaşıyordu. At üzerindeki Atatürk heykelinin etrafında,
çevresindeki dükkanların önünde yığınla insan var mıydı her zamanki gibi? Ya
eski meclis tarafı nasıldı, dolmuşlara yetişmek için koşuşturanlar telaşlı
mıydı? Amele pazarındaki biçare insancıklar kalantorlara kendilerini beğendirmek
için birbirlerini eziyor, Hacı Bayram’ın dini bütün, eli tespihli, sakallı
müminleri onlara acıyarak mı bakıyorlardı? Hemen önünde aheste adımlarla
yürüyen yaşlı adama gözü takıldı. Cilalı, fiyakalı ayakkabısı, siyah paltosu
vardı, kravatlıydı, fötr şapkasının altından, tepeden bakan dikkatli gözlerle
etrafı süzüyordu, pastaneye yöneldi. Umursamadı genç adam onu, yoluna devam
etti.
El
koyalı daha üç ay olmadı ama iyice çöreklendiler, bu kalabalıkta kişi başına
kaç sivil polis düşüyor acaba? Bu abluka dağıtılmalı! Başarmalıyız.
Kızılay’daki korsan miting ne güzel olmuştu. Bulvarın ortasına konmuştu paket,
üzerinde ‘Cunta halka karşıdır’ yazıyordu, trafik durmuştu. Üst geçide de pankart
asılmıştı. Böyle giderse, sönümlenirsek sonumuz hüsran olur, teker teker
avlarlar hepimizi. Umutsuzluk, yılgınlık dağıtılmalı! İşkence tezgâhları hızlı
işliyor. Kör karanlıklarda, izbe, küflü bodrumlarda makine gibi çalışanlar, dışarı
çıkınca kamaşan gözlerini koruyorlar güneşten.
Caddede
trafik akıyordu olağan şekliyle. Araçların arasından karşıya geçmeye çalışanlar
vardı ara ara, sanki cambazlık yapıyorlardı. Kornaya basan, öfkeden kuduran
şoförlerden biri küfrü bastı hiddetle. Karşı tarafta Merkez Bankasının önünde
uluorta müşteri bekleyen taksiciler ayakta durmuş sohbet ediyorlardı.
Genç
adamın gözü vitrin camına kaydı, epeyce ardında yavaşça ilerliyordu bir araç.
Beyaz bir araç... Takip ediyordu sanki birisini. Başını öne çevirdi, hiçbir şey
yokmuş gibi devam etti yoluna. Ne iş, diye iç geçirdi. Benimle bağlantı kurmaları
olası değil. Yürüdü, yürüdü. Bir yere bakar gibi başını kaldırdı, caddenin öbür
tarafına döndü, taksiciler hala orada dikiliyorlardı, görüş alanı içinde
değildi arkadaki araç. Sezgileri, beni takip ediyor bunlar diyordu. Oralı bile
olmadı, umursamaz gibiydi, hiç heyecan belirtisi yoktu genç adamda. Sağ
tarafına baktı göz ucuyla, sokak başına az kalmıştı. İlk aralıktan köşeyi dönüp
hızla uzaklaşmalıyım, panik yok. Kafasının arka planında şimşekler çakıyor, her
zamanki gibi tehlike anında seri düşünüyordu. Beyaz araç hızlanır gibi oldu,
içindekiler telaşlandı. Genç adam yoksa randevu anını mı hesap ediyorlar, diye
iç geçirdi. Kaldırımda yürüyenlerde olağan dışı bir durum sezilmiyordu. Araç yaklaşıyordu,
sokak ağzına henüz mesafe vardı. Genç adam adımlarını sıklaştırır gibi oldu.
Araç daha da hızlandı, yavaşladı biraz arkasında. Genç adam dönmedi geriye. Sağ
ön kapı açıldı hızla. Tığ gibi ince, orta yaşlarına merdiven dayamış bir adam
indi araçtan. Seriydi. Kapattı kapıyı. Adımlarken kaldırımı, elini beline
götürdü. Ceketinin altından çıkardı silahını, burnundan soluyordu. Yanaştı
ardına. Hissetti genç adam. Panik yapıp koşarsam çok daha kötü olabilir,
menzilindeyim. Üç beş adım takip etti ardındaki adam, mesafeyi hızla
kapatıyordu. Araç içindekiler de başından beri pür dikkat tetikteydi, elleri
dolu. Bozuntuya vermedi genç adam, hızlanır gibi oldu. Arkadaki de hızlandı,
iyice yaklaştı, elindekinin soğuk namlusunu arkadan dayadı kara gözlü, esmer
gencin böğrüne.
“Işık,”
dedi, “sakın bir hareket yapmaya kalkışma!”
Soğuk
namlunun ucunu böğründe, adamın soluğunu ensesinde hissetti genç adam. Durdu
dünya. Gökteki kara bulutlar artmadı, hareketleri de hızlanmadı. Şimşekler
çakmıyor, gökler öfkeyle nefretini kusmuyordu. Karşı binadaki Merkez Bankasının
çalışanları, uzaklardaki darphanenin makineleri daha hızlı çalışıyordu
gözlerden uzak. Av mevsimiydi. Sürek avlarında, karanlık bodrumlarda, köşe
başlarında genç ölülerin etleri lime lime ediliyordu sırtlan sofralarında.
“Kim?”
“Bırak
numarayı!”
Başını
hafifçe kaldırıp yana eğdi, gözlerini kıstı, dudaklarını büzüp avuçlarını açtı.
“Biriyle
karıştırdınız herhalde?”
Polisin
yüz ifadesi değişti, gözlerini belertti, yutkundu. İkircikli gibiydi sanki.
“Tabi ya!”
Boş
elini kaldırdı, başparmağını açtı, arka taraftaki aracı gösteriyordu alaysı bir
edayla.
“Bak
araca, tanıdın mı onu?”
Döndü
genç adam. Baktı aracın içine. Arka koltukta iki kişi oturuyordu. Birisi
yılgın, bezgin bir suratla ona bakıyordu, şoför ile diğer polis pişkince
sırıtıyordu. Mal bulmuş Mağribi gibi. Çökkün yüzlü genci tanıdı genç adam. Bu
kadar kötüleşti, çözüldü demek diye iç geçirdi bakarken gözlerine. Benle ne
ilgisi var bunun. Ne alaka, çok uzun zamandır görmüyorum onu. Tesadüfün bu
kadarına da pes doğrusu! Bahtsız deve misali… Çözülmede, kişilik
parçalanmasında sınır tanımayan bu sefil, kaldırımda beni görünce, şirin
görünmek, söylediklerine inandırmak için katilleri, beni ele vermiş olmalı!
Başka türlü olamaz. Buluşacağım kişiyi de zaten tanımıyor, randevuyu bilmesi
mümkün değil.
“Kimden
bahsediyorsunuz? Tanımadım onları!”
Durumun
henüz çok vahim olduğunu düşünmüyor, her şeyin başlangıcı olduğunu hesap mı
etmiyordu? Kötülüğün ne başı, ne sonu ne de ara aşaması vardı. İşkencecilere
iyi iş çıkmıştı, genç adama da.
“İyi
bak!”
Güldü
umarsızca genç adam.
“Memur
bey baktım, sizde benim kimliğime bakın!”
Oysa
iyi tanırdı onları.
Yürüdüler
beyaz araca doğru.
Beyazda
beyazdı ama…
Aralık 2014
Yorumlar
Yorum Gönder